www.uyan.de


www.uyan.net

Irkçılık, milliyetçilik, şövenizm adını ulusalcılık diye yumuşatsanız dahi sonuçta hiç bir şey değişmez.
En son ulaşacağı nokta faşizmdir ve bu da demokrasi ve insan hak ve özgürlükleri düşmanlığından başka bir şey değildir.

ANASAYFA

HABERLER

YAZARLAR

POLİTİKA

KÜLTÜR-SANAT

BİLDİRİLER

BİLGİ HAZİNE

TANITIM

TARTIŞMA

TARİHTE KALAN

 


"1 milyon kişi işkence gördü"

Prof. Şebnem Korur Fincancı, son 20 yılda 1 milyon kişinin işkence gördüğünün kayıtlara geçtiğini söylüyor. Fincancı 'Gerçekten istenirse 24 saat içinde işkenceye son verilebilir' diyor

NEŞE DÜZEL, Radikal

NEDEN? Şebnem Korur Fincancı
Türkiye, tarihinin en kritik kavşaklarından birinden geçerken gene geleneksel Ankara savaşlarıyla uğraşıyor. Ankara'da iktidar kim olacak itiş kakışları sürüyor. Halbuki bu arada Avrupa ile aramızdaki sorunları çözmek için atmamız gereken ciddi adımlar bizi bekliyor. Bu sorunların en büyüğü işkence. Hükümet işkenceyi önleyeceğini söylüyor ama dünyanın en ağır insanlık suçu kabul ettiği işkence konusunda ortada hiçbir somut adım yok. Yöneticilerin işkenceyi önlüyoruz lafları arasında gerçekte nelerin yaşandığını bu alanın en yetkili ismi İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri Adli Tıp Profesörü Şebnem Korur Fincancı ile konuştuk. Türkiye'de açılan en ciddi iki işkence davasında, sanıkların işkence gördüğüne dair raporları veren, Adli Tıp'taki görevinden uzaklaştırılan Prof. Korur Financı, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanı.

Siz, Türkiye'de açılan en ciddi iki işkence davasında, sanıkların işkencegördüğüne dair raporları veren doktorsunuz. Bu raporları verdikten sonra Adli Tıp Kurumu'ndaki görevinizden alındını. Sizi hangi gerekçeyle görevden uzaklaştırdılar?

Ben, Adli Tıp Kurumu'nda, ölümle sonuçlanan olaylarla ilgili raporların düzenlendiği kurulun üyesiydim. Görevden alındığım sırada da kurulun başkanıydım. Baki Erdoğan'ın ölümünün, travmadan ötürü olduğu yönünde bir ortak rapor çıkmıştı kuruldan.

Üniversite öğrencisi Baki Erdoğan, 1993 yılında Aydın'da on gün gözaltında tutulduktan sonra kaldırıldığı hastanede ölmüştü.

Ben bu rapora muhalefet şerhi koydum. Travmanın niteliğini tanımladım ve bunun işkence olduğunu söyledim. Baki Erdoğan'ın raporu, Adli Tıp Kurumu'ndan 'işkence tanımı yapılmış' olarak çıkan ilk rapordur. Biliyorsunuz, Ceza Kanunu'nda 243 ve 245'inci maddeler var. Raporunuzda işkenceyi belirtmediğinizde, sanık hakkında 245'inci maddeye göre kötü muameleden dava açılıyor. Böylece suçun cezası hem çok düşük oluyor, hem ceza erteleniyor, hem de işkence suçunu işleyen kişi mesleğine devam edebiliyor. Gerçi 243'üncü maddeden mahkûm olanın da cezasının ertelendiğini ve meslekten geçici olarak men edilme cezasının bile uygulanmadığını görüyoruz biz ama...

Peki sizi Adli Tıp'taki görevinizden hangi gerekçeyle aldılar?

Baki Erdoğan raporunun hemen ertesinde, görevimi yeterince yapmadığım gerekçesiyle görevden alındım. Zaten müfettişin de bana ilk sorusu 'Erdoğan'la ilgili niye böyle rapor verdiniz' olmuştu. Asıl neden Baki Erdoğan'dı. 1996 yılıydı, Mehmet Ağar Adalet Bakanı olmuştu. Adli Tıp'ta ciddi bir kadro değişikliği yaşandı. Birçok insan görevden alındı. Aradan zaman geçti ben tekrar Adli Tıp'a atandım. Ama bu yıl şubat ayında gene dörtlü kararnameyle, Cumhurbaşkanı, Başbakan, Başbakan Yardımcısı ve Adalet Bakanı'nın imzasıyla görevden alındım.

Bu kez gerekçe neydi?

Bu defaki İstanbul Valisi'nin yazısıyla başlayan bir süreç. Fatih Cumhuriyet Savcılığı'na hakkımda suç duyurusu yapılmış. Benim polisleri suçlu çıkarmak için çaba harcadığım, illegal sol örgüt üyesi olduğum, onlar lehine raporlar düzenlediğim ve sözde işkencede öldüğü iddia edilen Süleyman Yeter'in raporunda bu taraflılığımın son örneğini verdiğim iddia edilmiş.

Süleyman Yeter'le birlikte on beş kişiye İstanbul'da gözaltında işkence yapılmıştı. Beş yıldır süren bu dava yeni sonuçlandı ve dört polis işkenceden suçlu bulundu. Ancak mahkeme 'Bir daha yapmazlar' diyerek polislerin cezalarını erteledi. Süleyman Yeter bu değil de iki yıl sonra bir başka gözaltında yaşamını yitirdi.

Savcılık, ifademi aldı ve hakkımda takipsizlik kararı verdi ama... 19 Aralık'taki ölüm oruçlarıyla ilgili cezaevi operasyonu sırasında bana 'Görev süreniz doldu' diye ilk yazı geldi.

Siz, işkence yapıldığına dair raporlar verdikten sonra görevden
iki kez uzaklaştırılacak kadar büyük bir tepki aldığınıza göre, doktorların işkence yapıldığına dair rapor vermesi sık rastlanan bir şey değil demek ki. Adli Tıp'taki doktorlar, işkence belirtilerini açıkça gördüklerinde bile işkence yapılmamıştır diye mi rapor veriyor?


Raporlar çoğunlukla 'Darp, cebir izi yok' diye çıkıyor. Çünkü işkence görmüş kişileri her zaman Adli Tıp uzmanları muayene etmiyor. Pratisyen hekimler ya da hastanelerin acil servislerindeki doktorlar da Adli Tıp raporu veriyor. Sıradaki yüz hastaya bir de adli bir vaka eklendiğinde, bu, doktorlar için bir angarya oluyor. Darp ve cebir izi yok kaşesini basıyor ve gönderiyor. Adli Tıp'taki doktorlara gelince, Türkiye'de adli raporlarda yorum yapılmıyor. Yaraların, berelerin nasıl meydana geldiği sorusunun yanıtı verilmiyor, işkence belirtilmiyor. Doktorların çoğu, sadece yaraları yazıp işkence tanısı koymadıklarında, bunun mahkemede hiçbir sonuç doğurmadığını bilmiyor.

Bu kadar masum mu bu süreç?


Masum olmayan yönü var ama bizim bu sürecin masum olan yönüne müdahale edebilme gibi bir şansımız var. Bu da doktorları eğiterek olur. Birkaç yıl öncesine kadar tıp fakültelerinin çoğunda Adli Tıp eğitimi bile verilmiyordu. Oysa işkencede çok özel teknikler var ve işkence bulgularını saptamak için özel bir eğitim gerekiyor. Çünkü işkence sonrasında görünürde hiç iz kalmamış da olabiliyor. Ayrıca resmi olmayan gözaltı denen bir yöntem uygulandığı iddiası da var. Kişi, gözaltına alındığında kayda geçirilmiyor. Uygulamalar yapılıyor, hasta iyileşiyor. Ondan sonra gözaltı süresi başlatılıyor. Bu durumda işkence bulgusuyla karşılaşmayabiliyorsunuz.

Bir doktor için işkenceyi tespit etmek çok mu zordur?


Evet. Son zamanlarda iz bırakmayacak yöntemleri uyguluyorlar daha çok. Bana bir kadın işkence gördükten on gün sonra muayeneye geldi. Gözaltındayken vücuduna elektrik uygulanmış. Tepeden tırnağa baktık, vücudunda hiçbir iz yok. 'Önce ıslattılar sonra elektrik verdiler' dedi. Islatılınca direnç düştüğü için ciltte iz kalmayabiliyor. Genellikle çırılçıplak soyduklarından, 'çıplak mıydınız' diye sordum. 'Üstümde sutyenim ve kilodum kalmıştı' dedi. Bunun üzerine arkasına baktım. Sırtında tam sutyen kopçasının isabet ettiği yerde bir milimetre çapında bir yanık var ya da yoktu. Vücudu ıslatılırken orası ıslanmamış. Kopça metal olduğu için de akım orada yanık meydana getirmiş. Buradan biyopsi aldık. Biyopsi elektrik akımı-nı doğruladı. Bir başka örnek de, işkence gören bir erkek, gözaltından sonra muayeneye geldi, 'Ayaklarımdan elektrik verdiler' dedi. Önce ayağını iyice yıkattım, büyüteçle bakıyorum, en sonunda iki parmağının arasında küçücük bir noktacık gördüm. Oradan parça aldım, o da elektriği doğruladı.

Bunlar zor vakalar. Ama doktorlar, işkence gördüğü aşikâr olan birine bile niye 'İşkence görmüştür' diye rapor vermiyor?


Bu konuda çalışan biri olarak benim üzerimde davalarla baskı kurulması bir örnektir aslında. İnsanlar kaygı taşıyorlar. Ayrıca toplum olarak biz, sorunlarımızı çözerek değil, yok sayarak atlatmaya çalışıyoruz. İşkenceden söz etmezsek, işkence utancını yaşamayız sanıyoruz. Oysa sorunun üzerine gitmediğinizde işkence sürüyor.

Bizzat bazı doktorlar bildikleri halde işkenceyi gizliyorlar ama.


Bilip de görmezden gelen, raporuna yazmayan doktorlar var. Her mesleğin yüzkaraları var. Tabip odaları bu konuda pek çok soruşturma yürütüyor.

Yapıldığını bildiği halde işkence raporu vermeyen doktorlar, işkence yapanları korumanın milli bir görev olduğunu mu düşünüyorlar?


Devletin görevleri var. Bu görevler arasında işkence de var diye düşünülüyor sanırım. Bana, bu ülkede birtakım değerleri korumak için böyle işler yapmak gerektiğini söyleyenler oldu.

Eski milletvekili Sema Pişkinsüt'ün başkanlığındaki Meclis İnsan Hakları Komisyonu bir işkence araştırması yapmıştı. Ama işkence görmüş sanıkların dosyalarında işkence gördüklerine dair tek bir rapor bulamamıştı. Bu durum, işkenceyi koruma konusunda ciddi bir koordinasyon olduğunu gösteriyor. Türkiye'de işkencecileri koruyan bir güç mü var?


İşkence için 'münferit bir olay' ifadesinin kullanılması bile böyle bir korumanın olduğunu düşündürüyor. Aslında bütün dünyada işkence konusunda bir ikiyüzlülük var. Bir yandan birtakım uluslararası belgelerle işkenceyi engellemeye çalışıyor görüntüsü veriyorlar. Bir yandan da işkence için gerekli araçları üretip pazarlıyorlar. Türkiye, 90 sonlarında
İngiltere'den ucu elektrikli sopalar aldı. ABD'de işkencenin okulu olduğu ve Türkiye dahil, dünyada bu alanda çalışan görevlilerin o okulda eğitim aldığı söyleniyor.

Türkiye'de işkence hâlâ yapılıyor mu?


Yapılan başvurulardan ve yaptığımız muayenelerden gördüğümüz, yapıldığı doğrultusunda. Üstelik son yıllarda, işkenceyi önlemek ve işkence yapanları cezalandırmak yerine, işkence var diyenlerin seslerini kısmaya çalışıyorlar. Mesela, falakanın tıbbi tespiti alanında çok önemli çalışmalar yapmış olan dünyaca tanınmış ortopedi profesörü Veli Lök hakkında İzmir'de peş peşe davalar açıldı.

Adli Tıp çok önemli. Adli Tıp raporuna göre insanın bütün geleceği değişebilir. Müebbete de mahkûm olabilir veya beraat edebilir. Adli Tıp'ta rüşvet var mı?


Böyle iddialar, suçlamalar hep vardır.
Biz de duyarız.

Size hiç rüşvet teklif edildi mi?


Hiç edilmedi. Eğer böyle bir şey varsa, herhalde adamlarını tanıyorlardır. Almayacağımı bildikleri için. Eğer bir rüşvet mekanizması işliyorsa tabii...

Hiç kuşkulanmadınız mı? Hiç rüşvet olayına tanık oldunuz mu?


Ben hep o kuşkuyu taşıdım. Hep kaygı duydum.
Bir tanıklığım var. Bir meslektaşım, personel düzeyinde bir görevlinin doktorlar istiyor diyerek para aldığını söyledi. Ona da bir tanıdığı söylemiş. O personeli yönetime
ilettim ve böyle bir ilişki kuramayacağı bir yere kaydırıldı. Sahte rapor kuşkusunun önüne geçmenin yolu, çıkan bütün sonuçların sınanabilir ve tekrarlanabilir olmasıdır. Bunun için de aynı incelemenin başka birçok merkezde daha yapılıp, sonucun hepsinde aynı olmasıdır. Bu, güvenilirlik sağlar. Bunun için Adli Tıp Kurumu diye resmi bir yapının olmaması gerekiyor.
Üniversitelerin anabilim dalları, adli tıp enstitüleri bu görevi yürütürler. Dünyadaki örnekler böyle. Çünkü işkence devletlerin işlediği bir suçtur. Siz ise, devletin işlediği bir suçu devletin görevlendirdiği bir kuruma tetkik ettirmeye çalışıyorsunuz. İşi çok düzgün yapsa dahi hep bir kuşku olacaktır. Eğer resmi bir Adli Tıp olacaksa, adalet bakanlığına değil, sağlık bakanlığına bağlı olsun bari. Adalet bakanlığıyla ilgili işlerde adalet bakanlğına bağlı bir kuruluş görev yapmasın.

Siz bunları öneriyorsunuz ama bu konuda gene tam tersi bir adım atıldı. Yakın zamana kadar avukatlar, Adli Tıp sık sık 'işkence olmamıştır' diye rapor verdiğinden, müvekkillerini üniversiteye getirebiliyorlardı ve bir rapor da üniversiteden alabiliyorlardı. Şimdi savunmanın bu hakkı kaldırıldı. Niye kaldırıldı bu hak?


Yasalarda bir değişiklik yok. Birçok üniversite hâlâ bunu yapıyor. Yalnız İstanbul'da bir değişiklik oldu. Cerrahpaşa ve İstanbul Tıp fakültelerine, Adli Tıp Enstitüsü'ne özel başvuruların kabul edilemeyeceğine dair bir yazılı bildirimde bulunuldu.

Kanunlar değişmediğine göre, bu talimat kanuna aykırı değil mi?


Evet aykırı.

İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü'nün bir kararı mı bu?

Bilmiyoruz. Bizim elimizde öyle bir yazı yok. Ama bizim özel başvuruları değerlendiremeyeceğimize ilişkin, bizim fakültemiz içinde bir yazışma mevcut. Bu nedenle avukatlar fakülte yönetimine dava açtılar. Hatta bir avukat görevi yapmadığım için benim hakkımda suç duyurusunda bulundu. Haklı tabii. Bu emir hukuka uygun değil. Ben de hukuka uygun olmayan bir emre uyarak suç işlemiş sayılıyorum.

Türkiye'de siyasi iktidarlar işkencenin farkında mı?


Farkında olmamaları mümkün mü. 'İşkence suçtur' demek yeterli değil. Bu suçun saptanması ve cezalandırılması sürecinde ciddi bir aksaklık var.

AB'nin genişlemeden sorumlu yetkilisi Verheugen geçen hafta,
'Türkiye'de bir tek karakolda bile işkence yapılsa, Türkiye AB'ye giremez' dedi. Bu ölçüye baktığımızda Türkiye'nin Avrupa'ya üye olabilmesi ne kadar zaman alır sizce?


AB ne kadar dürüst sorusunu kenarda bırakarak cevaplayayım. Aslında işkence bir günde önlenebilir. Bir günde sayısız yasa çıkardı Meclis. Bir günde Adli Tıp Kurumu Kanunu yenilenebilir. Bir günde sağlık sistemine
ilişkin düzenlemeler yapılabilir. Bir günde, yönetim olarak bu konuda kararlı olduğunuzu gösterebilirsiniz. İşkenceden sadece en alttaki görevliyi değil, amirini ve onun da üstünü sorumlu tutabilirsiniz. Devlet memurunun koruyucu kalkanı olmamalı. Herkes yargılanabilmeli. Kötü tıbbi uygulamadan dolayı sadece doktorlar değil, eksik işlemden dolayı savcılar ve hâkimler de yargılanmalı. Gerçekten kararlıysanız 24 saatte biter işkence. Ama şimdi ne oluyor? Bana biri işkence şikâyetiyle başvurmuş, ben de muayenelerinin yetersiz olduğunu, kuşku bulunduğunu, tekrar muayene olması gerektiğini belirten rapor hazırlamışım. Cumhuriyet savcısı, görevi kötüye kullanmaktan benim hakkımda suç duyurusunda bulunuyor. Ama işkenceciler hakkında hiçbir araştırma başlatmıyor.

Peki siz işkencenin önleneceği konusunda iyimser misiniz?


İyimserim. 1980'lerin sonundan beri bu alanda çalışıyorum. Adli Tıp Kurumu'ndaki uygulamaların değiştiğini, bazı mahkemelerin işkenceye ceza verme yönünde irade gösterdiğini görüyorum. Bunlar çok az sayıda olabilir ama çok önemli değişikliklerdir. Kayıtlar, son yirmi yılda Türkiye'de yaklaşık bir milyon kişinin işkence gördüğünü bildiriyor. Bu, her altmış kişiden biri işkence görmüş demektir.
İşkence bir mikrop gibidir. Her altmış kişiden birinde hastalık görürseniz, toplumda çok ciddi bir salgın hastalık var demektir. Türkiye'deki durum çok ciddidir. Çünkü işkence gören herkeste travma sonrası stres bozukluğu yaşanır. İşkence tedavi edilmezse, yalnızlık, korku, kaygıda artış, her sesten etkilenme, kâbuslar, yeme, uyku ve cinsel işlev bozuklukları, sürekli karın, baş, göğüs, sırt, eklem ağrıları, nefes darlığı gibi işkencenin izleri ruhunuzda, bedeninizde hayat boyu sürebilir.

J 6, 2 - D-68159 Mannheim - Tel.   +49  (0) 621-15 12 12 - Fax +49 (0) 621-29 18 50

Kontakt:  uyan@uyan.de

Copyright © 2000 Cumali UYAN, Stand: 01. April 2002